NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُسَدَّدٌ
حَدَّثَنَا
عِيسَى بْنُ
يُونُسَ
حَدَّثَنَا
الْأَعْمَشُ
عَنْ زَيْدِ
بْنِ وَهْبٍ
عَنْ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ
بْنِ عَبْدِ
رَبِّ
الْكَعْبَةِ
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ
عَمْرٍو
أَنَّ النَّبِيَّ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ قَالَ
مَنْ بَايَعَ
إِمَامًا
فَأَعْطَاهُ
صَفْقَةَ
يَدِهِ
وَثَمَرَةَ
قَلْبِهِ
فَلْيُطِعْهُ
مَا
اسْتَطَاعَ
فَإِنْ جَاءَ
آخَرُ
يُنَازِعُهُ
فَاضْرِبُوا
رَقَبَةَ
الْآخَرِ
قُلْتُ أَنْتَ
سَمِعْتَ
هَذَا مِنْ
رَسُولِ
اللَّهِ صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
قَالَ سَمِعَتْهُ
أُذُنَايَ
وَوَعَاهُ
قَلْبِي قُلْتُ
هَذَا ابْنُ
عَمِّكَ
مُعَاوِيَةُ
يَأْمُرُنَا
أَنْ
نَفْعَلَ
وَنَفْعَلَ
قَالَ
أَطِعْهُ فِي
طَاعَةِ
اللَّهِ
وَاعْصِهِ
فِي
مَعْصِيَةِ
اللَّهِ
Abdullah b. Amr
(r.a)'den; Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Bir imam'a biat
edip de ona elinin safkasını ve kalbinin semeresini veren (samimi olarak biat
eden) kişi, gücü yettiğince ona itaat etsin. Eğer bir başkası çıkıp o imamla
nidalaşırsa boynunu vurunuz"
(Abdurrahman b. Abdi
Rabbi'l Kabe der ki:) (İbn Amr'e) "Bunu, sen, bizzat Rasûlullah'tan mı
işittin?" dedim. "Onu kulaklarım duydu ve kalbim hıfzetti" dedi.
"Senin şu amcan oğlu Muâviye bize (birşeyler) yapmamızı emrediyor, biz de
yapıyoruz" dedim.
"Allah'a itaat
konusunda ona itaat et, ama Alla'a isyanda karşı çık" dedi.
İzah:
Müslim, İmâre; Nesaî,
Biat; îbn Mâce, Fiten, Ahmed b. Hanbel, II-161,191,193.
Safka; Alışveriş yapan
kişilerin birbirlerinin eline vurmaları veya birbirlerinin elini tutmalarıdır.
Burada maksat biatt'ır.
Hâdis-i şerifin, Müslim
ve İbn Mâce'deki Rivâyetleri buradakinden hayli uzundur. Meseleyi daha iyi
tasavvur edebilmek bakımından Müslim'in rivayetini aynen buraya Abdurrahman b.
Abdî Rabbî'l Ka'be şöyle dedi:
Mescid-i Haram'a
girdim, baktım ki Abdullah b. Amr b. As Kabe'nin gölgesinde oturuyor. İnsanlar
başına toplanmışlar. Ben de vardım ve yanına oturdum Abdullah şunları söyledi:
Bir seferde Rasûlullah
(s.a.v.)'le birlikte idik. Bir yerde konakladık. Kimimiz çadırını düzenliyor,
kimimiz ok atıyor, kimimiz de mer'adaki hayvanların başında duruyorduk Derken
Hz. Nebi'in müezzini, namaza toplanın, diye seslendi. Biz de Rasûlullah'ın
yanında toplandık. Efendimiz şöyle dedi:
Benden önceki her
Nebie, ümmeti için hayır bildiği şeyleri onlara öğretmesi, şer bildiği
şeylerden de sakmırması bir hak ve görev oldu. Şüphesiz, sizin şu ümmetinizin
afiyeti öncekilerine verilmiştir. Sonrakilerine ise belâ ve hoşlanmıyacakları
bir takım şeyler gelecektir. Bir fitne gelecek, birbirini aratacak. Öyle bir
fitne gelecek ki mü'min, işte bu benim helâkımdır, diyecek. Sonra o açılacak
yine bir fitne gelecek, Mümin, işte bu (benim helakim) diyecek. Artık kim cehennemden
uzaklaştırılıp, cennete sokulmak isterse, oun ölümü Allah'a ve ahiret gününe
inanır olduğu halde gelsin. O, insanlara kendisine yapılmasını istediği
şekilde muamele etsin. Bir kimse bir imama bîat etmiş, ona elini vermiş ve
samimiyetle bağlanmış ise, eğer gücü yeterse, itaat etsin. Başka biri gelir de
o imamla nizaa tutuşursa, sonrakinin boynunun vurunuz.
Abdurrahman der ki: Ben
Abdullah'a yaklaşarak "Allah aşkına söyle, bunu Rasûlullah'tan bizzat mı
işittin?" dedim. Elleri ile kulakları ve kalbini işaret ederek, onu iki
kulağım işitti, kalbim de öğrendi, dedi.
Ben kendisine:
Şu amcan oğlu Muâviye
var ya, bize aramızda mallarımızı, haksız yere yememizi ve kendi kendimizi
öldürmemizi emrediyor. Halbuki Allah (cc)
"Ey İnananlar,
kendi kendi aranızda mallarını haksızlıkla yemeyin, ama sizin karşılıklı rızanızla
bir ticaret olursa müstesna, kendi kendinizi de öldürmeyin. Şüphesiz ki Allah
size merhametlidir."[Nisa 29] buyuruyor, dedim.
Sen ona Allah'a itaat
hususunda itaat et, Allah'a isyan konusunda da karşı çık, dedi."'
Görüldüğü gibi Müslim'in
rivayeti Ebû Davud'un kinden oldukça uzun.
Hadisin Sahîhî Müslim
ve Sünen-i İbn Mâce'dcki rivayetleri de göz önüne alındığında şunu anlıyoruz:
Hz. Peygambcr'in
vefatından sonra müslümanların başına bir takım belâ ve musibetler gelecektir.
Bunlar öyle olacak ki nerede ise gelen gideni aratacak ve mümin her bir fitne
gelişinde "bu beni mahvedecek" diyecektir. İşte bu ortam içerisinde,
Allah'a ve ahirete inanmış bir vaziyette ölenler cennete gireceklerdir. Mümin
o şekilde ölebilmeye çalışmalıdır. Ayrıca mü'min kendisine yapılmasını
istemediği bir muameleyi başkalarına yapmamalı, kendisine nasıl davramlmasını
istiyorsa başkasına da öyle davranmalıdır.
Hadisin Sünen-i Ebû
Davûd'daki kısmı ise İmamlık, yani devlet başkanlığı ile ilgilidir. Hz. Nebi
bu konuda bir devlet başkanına biat eden kişinin, artık ona itaat etmesi,
kendisine isyan edenlere karşı onu koruması gerektiğini ifâde buyurmuştur.
Hadisin sonunda
belirtildiği üzere râvî Abdurrahman; Abdullah b. Amr'a, Muaviye'nin kendilerine
bir şeyler yapmalarını emrettiğini; onların da yaptıklarını söylüyor. Bundan
maksat, Hz. Muaviye'nin, esas halife Hz. Ali olduğu halde, kendilerine Ali
(r.a) ile mücadele etmelerini cm-retmesidir. Çünkü, bu soru, Abdullah'ın Hz.
Nebi (s.a.v.)'in bir halifeye biat edildikten sonra artık ona itaatin gerekli
olduğunu söylediğini haber vermesi üzerine gelmiştir. Abdurrahman ona, sen
böyle diyorsun, ama amcanın oğlu Muaviye bize hâlife olan Ali'ye karşı
çıkmamızı istiyor, biz de denileni yapmak zorunda kalıyoruz, diyor.
Abdullah'da "Allah'a isyan konusunda" onun emrine itaat etmemesini,
Allah'a taâtte ise itaatin gerekliliğini söylüyor. Abdullah'ın bu sözünü hem,
Muaviye'nin Allah'a isyanı emrettiğini ihsasa hem de aksine ihtimali vardır.
Bilindiği gibi Hz. Ali ile
Hz. Muâviye arasındaki hilafet kavgası, müslümanlar arasında büyük ayrılıkların
çıkmasına, bir çok müslüman kanının dökülmesine ve tesiri zamanımıza kadar
uzanan büyük fitnelerin çıkmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, bu kavgada
genelde, Hz. Ali'nin haklı olduğunu; esas hilâfetin onda olduğunu, Hz.
Muaviye'nin ise bir ietihad hatası işleyerek Hz. Ali'ye karşı çıktığını
söylerler. Hz. Muaviye, sahâbî'den
birisi olduğu ve Rasûlullah (s.a.v.) ashabını övdüğü için, onu günahkarlığa
iiisbet etmezler ve halifeye isyan eden bir âsi olarak değerlendirmezler.
Tabiki, bu konuda hassasiyet gösterenler ehl-i sünnet alimleridir.
Müslümanların başına büyük gaileler açan bu kavgaların unutulmayıp, canlı
tutulması ve bu sebeple müslümanlar arasına tefrikalar sokup birbirlerine
düşürülmesi, şüphesiz, ya gayri müslimlerin ya da gafil müslümanların işidir.
Biz bu konuyu kendi kaynaklarına terk ederek hadisteki "Allah'a taat
konusunda ona itaat et" sözü ile ilgili olarak Bezltri-Mechûd'daki bir
değerlendirmeyi özetlemek istiyoruz.
Râvi'riin sorusuna
karşılık, Abdullah b. Amr'm verdiği cevap pek uygun düşmemektedir. Çünkü, hz.
Ali'ye daha önce biat etmişlerdir ve o, hilâfete daha müstehaktır. Hz.
Muaviye'nin Hz. Ali'ye karşı ilk savaşı haksızdır. İçtihadında hatâ etmiştir.
Buna sebep kendisine gelen, tevatür derecesindeki haberlerin ona Osman'ın
katlinin Hz. Ali'nin işareti ile intibaı vermesidir. Hz. Hasan'la Hz.
Hüseyin'in kapıda bulunuşları da buna bir delil ve fesatçı muannitlere bir
hüccet olmuştur. Sâhâbrlerden Yezîd'e biat edenler ve biat etmiyenler için de
aynısını söyleriz. Şüphesiz Hz. Nebi'in "Ötekinin boynunu vurunuz"
emri mutlak değildir. Nasıl böyle olsun ki? Çünkü eğer bu emir, hiç bir kayda
bağlı kalmadan mutlak olsaydı teklifi mâlâyütak olurdu. Nasıl böyle olsun ki?
Bu emir ancak, asiyi öldürme imkânına sahip olana yöneliktir; gücü yetmeyene
değil! Böyle olunca; çaresiz kalınca, isyankar lidere boyun eğmenin caiz
olduğu anlaşılır. Aksi halde boşu boşuna nefsi tehlikeye atmak söz konusudur.
Hz. Ali'nin vefatından
sonra tüm sahâbîler, Hz. Muaviye'nin hilâfetinde ittifak etmişlerdir. Yezid'in
hilafetî konusunda ise çeşitli guruplara ayrılmışlardır. Kimisi, zalim
hükümdarlara da itaatin gerekliliği konusundaki emirlerin zahirini esas alarak
onun halifeliğini caiz görmüşler, kimileri de onun halifeliğini kabul
etmeyerek başka bir halifenin seçilmesini gerekli görmüşlerdir Abdullah b.
Zübeyr (r.a) bu ikinci gruptadır. O kendisini hilâfete lâyık görmüş ve biat
almıştır. Herhalde onun biat alışı, ya Yezid'den önce ya da onunla birlikte
olmuştur. Her iki halde de O, Yezid'e isyan etmiş sayılamaz. Çünkü, Yezîd
halife olmamıştı ki, kendisine çıkanlar âsi olsun. Abdullah b. Ömer'in ona biat
etmesi de onun güç üstünlüğünü görmesinden ve fitne çıkacağından korkmasından
ötürüdür. İbn Zübeyr ise, Yezîd'e karşı koyma gücünü kendisinde görmüş onun
için biat etmemiştir.
Burada akla bir soru
gelebilir: Hz. Hüseyin, her ikisine de biat etmemiştir. O halde, O, en azından
birisine karşı âsi sayılmaz mı? Bu soruya şöyle cevap verilebilir. Hz. Hüseyin,
Yezîd'e biat etmedi, çünkü onu bu işe layık görmüyordu Üstelik Ehlü'1-hâl
ve'l-akd henüz onun hilâfetinde ittifak etmemişlerdi. İbn Zübeyr'e biat etmeyiş
sebebi de onun halifeliği haberi kendisine ulaşmamasından olabilir. Yahut
ulaşsa bile, Medine'ye varınca ona biat etmek istediği halde meydana gelen
olaylar yüzünden buna imkan bulamamış olabilir. İkinci bir ihtimal olarak, İbn
Zübeyr'de Yezîd'e karşı koyacak güç göremediği için özelikle gecikmiş olması
mümkündür.
Bu zatların hiçbirisini
âsi saymak mümkün değildir.